Zaman zaman sanki olaylar kendiliğinden oluyormuş ve biz de tam bunların ortasında kalıyormuş gibi hissetmez miyiz? Yahut kendi içimiz de savaş verirken düşünceler akarken sanki bu savaşın bir seyircisi gibi hissetmez miyiz kendimizi? Hemen irademiz nerede diye soru geliyor akıllara? O zaman neden bir şeyler yapmak için çaba sarf ediyoruz? Belki de çaba sarf ettiğimizi sanıyoruz. Varlık hissiyatının zerresi bile insana zarar verir. En ufak bir ben varım yanılgısı insanı içten içe çürüten bir hastalık gibidir. Ve de gerçekten çok zordur bu hissiyata tutunmak ve kurtulmak. Kendimizi zorluyoruz her an var olduğumuzu düşünürken. Her şeyi akışına bırakmak; hiçbir şey yapmamak veya her şey kendiliğinden olsun o zaman demek değil yapmamız gerekenleri yaparken aslında bunun bencil irademiz olmadığının farkına varmaktır. O zaman hiçbir şey yapmayalım derken dahi bir şey yapmış oluruz. Hepsi tek iradenin kararıdır/isteğidir/emridir. Yapmamız gereken “yapanı” ve bir oluşumuzu fark etmektir. Egosuna bağlı kimimiz bundan korkar ki onlar için her zaman korkulacak mutsuz olunacak bir şey vardır. Lakin korkularını yenme zamanları gelecektir. Hiçbirimiz ölmeyiz. Her an kaldığımız yerden devam ediyor olacağız. Her an bir önceki anın yarattığını yaşıyor olacağız…
Hepimiz için çeşitli senaryolar sürecek ta ki amacımıza ulaşana dek. Lakin amacımıza ulaştığımızda son gelmiş olmayacak ve kendi senaryomuzu yazmaya başlayacağız. Kendimiz derken kast ettiğim ego olabilir mi? Ego tutunmaya çabaladığımız incecik bir daldır güvendiğimiz ve dayandığımız. Bir ağaç düşünün ki her bir dalı kendini ağaç sanıyor ve ağaç sayesinde var olduklarını ve aslında o ağaç olduklarını unutmuşlar. Ağacın iradesini dalın iradesi sanmaktalar hem de her biri teker teker kendilerine bir isim takmış ve kendi hayal dünyalarında her şeyin en mükemmeli benim olmalı gayret içindeler. Sonra bir rüzgar esmiş kırılmış dallar toprağa düşmüş ve çürümüş. Lakin iradelerini bu sonsuz uzunluktaki ağacın iradesiyle birleyenlere hiçbir şey olmamış.
Onlar bu durum karşısında (dalların kendini ağaç sanmaları) hayrete düşmüş. Daha çok yol alması gerekecek demişler. Sonra diyeceksiniz ki ağaç da yıkılmaz mı? Demek ki ağacın da iradesini birlemesi gerekir daha zorlu koşullar için. Aşk rüzgarının şiddeti arttığı vakit evrim geçirmesi gerekecek. Her an yenilenmesi gerekecek. Durum ve şartlara uyum sağlaması gerekecek. Elbette ki son yok. Kendimizi bilmemizin sonu yok.
Madde-mekan-zaman yanılgısından kurtulmamız gerek. Hayatımızın gördüğümüz rüyalar kadar sahte olduğunu hissetmez miyiz? Aslında onlardan manayı çekip alsanız koca bir boşluk kalır. Herşeye mana veren bizleriz. Verdiğimiz mana baki kalır. Fani olan madde yok olmaya mahkumdur, yoktur. Manayı anlamaya ve içimizde manayı vereni anlamaya çalışmalıyız. Onu yaşamaya çalışmalıyız. Biz olmadığımızda dünyanın ne önemi var ki.. Ölüme yaklaştığımızda dünya umrumda değil ne olursa olsun demez miyiz? Öyleyse gözlerimizi dünyaya kapadığımızda bizim için değeri olmayacak olan şeyleri neden kalpten önemseriz? Manayı veren bizleriz. Gerçek olan tek şey bizdeki anlam olmalı. Mana olmalı, manayı veren olmalı. Beynimizde yorumladığımız sanal dünya olmamalı. Anlamı bulamayan hiçbir insan mutlu olmamıştır. Sadece mutlu olduğuna kendini inandırmak için çaba sarf eder. Madde mutluluk vermez, senin kendini mutlu sanmanı sağlar. Seni kandırır. Buna ister şeytan densin ister herhangi başka bir sembol. Hiçbir şeyi uzakta aramamak gerek. Her şeyi anlamlı kılan bizleriz…
Tüm bu kavramları ve ilmi bizlere aktaran Hakk’tan seslenen Hz. Muhammed’i, efendimizi tekrar analım:
“Bizi aldatan bizden değildir.”