Boşa Geçen Bir Hayat

Bir sabah uyandınız ve koca bir gün geçirdiniz ve sonra akşam evinize geldiniz, iyi ya da kötü gününüzün değerlendirmesini yaptınız, belki yakındınız durumunuzdan ötürü belki şükrettiniz(!) halinize. Peki uyumadan önce bile sormadınız mı kendinize tüm bu olanlar ne diye?… Yahut kim olduğunuzu? Hayattaki amacınızı? Yoksa bu bedenim ve bu dünyada yaşıyorum işte deyip yine olmayan dünyanızın dertlerine mi daldınız farında olmadan…

Bir rüyadan uyanış gibi bu dünyaya ölmek. Aslında her an tek bir iradenin olduğunu yaşamak… Zaten baktığınızda neyin kontrolü elinizde ? En başta bunun herkes farkındadır ki başkalarının tesiri altındasınız kimse de buna bir dur demiyor, toplumda bir yer(!) edinme arzusuyla. Hangi toplumda, hangi yer acaba? Üstelik bu farkında olduğunuz bir tesir peki ya farkına varamadığınız beyninize hücum eden gizli tesirler ne olacak. Yine bilerek kendinize verdiğiniz bir zarar olarak “televizyon”. Beyninizi kitlemesine izin verdiğiniz elektromagnetik dalgaların tesiri altında kalmaktasınız her an.  İzlemesi hoşa gidiyor zannedilen yüzlerce program,dizi… Gözünüzün önünden geçen her an değişen görüntü kareleri. Belki yaşadığınız hayat da tıpkı böyle bir rolden ibarettir. Bir illüzyondan ibarettir. Peki bu illüzyonu kabullenmek midir doğru olan yoksa gerçeğe uyanış mıdır?
Resullullah efendimizin söylediği üzere “Ölmeden önce ölmek” gerek. Bu yalnızca gerçeğe perde olmak görevinde olan göz yanılsamasını fark etmek ve gerçeğe uyanmak. Gerçek işte o tek iradeyi fark etmek her an sadece onun olduğunu ve hükmünün sürdüğünü seyretmektir ve An’da yaşamaktır. Yoksa yaşamın(!) ne önemi vardır ki bir gün ölüp gideceğini bilirken üstelik. Yapılması gereken beynin hangi tesirler altında kaldığının farkına varıp böylelikle davranışlarınızı fark etmektir. Ve beyni yanlış tesirlerden korumaktır daha sonraki aşama. Basitlerinden başlayarak. Örneğin televizyonu unutarak. Bu kesinlikle farkındalığı arttıracak bir çalışma. Bunun yerine kitap okumak. Okurken sıkıcı olduğu yorumu geldiğinde beyninizden bunun da sizin zararınızı isteyen birinin kulağınıza fısıldadığını düşünerek üzerine gitmektir marifet. Kazanılabilecek en büyük zafer kendi içinde olanla savaşıp onu yenmektir. O öyle bir içindedir ki adeta sen olmuştur. Sense gerçekte bu olduğunu zannedersin o kadar benimsemişsindir. İşte tüm bunları yazdıran,tüm bunları duymanızı isteyen o Tek İrade. Pekala tüm bunları yazdıran, bildiren (çok yakın) bir zamanda var oluş amacına aykırı yaşayıp(!) kendine zulmedenlere demeyecek midir?

” Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir ayet(mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi.Kalpleri(akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere ayetleri apaçık gösterdik.”(2 Bakara – 118)

İşte her an gözler önünde olanı (O’nun zahirde yansıması) inkara kalkışmanın bedeli geri dönüşü imkansız bir pişmanlık olacak. Gerçeğin farkında olamayıp boşa geçen bir hayatın(!) pişmanlığı…